Bir Erkeklik Anlatısı Olarak Dişi Kedi


Fransız yazar Collete’in Dişi Kedisi ismiyle müsemma bir çağrışımla sanki bir kadınlık anlatısı, kadınlığın kedi metaforuyla karşımızda olduğu bir eser olacağı beklentisi yaratmıştı zihnimde. Fakat kitabın baskın vurgusu erkeklik, erkek öznenin arzusunun açmazları ve kitapta da ifade bulmuş haliyle “kendini yalnızca erkek özneye adamış ortak kadın düşmanlığı” üzerineydi. Dişi Kedi vesilesiyle tanıştığım Collete’in yaşam öyküsüne bakınca erkek dünyasını nasıl bu kadar iyi anlamış olabileceği anlayabiliyorum. Onun da bir zamanlar başka bir çıkış göremediği için kendini erkek özneye adadığını ve kedilerle yaşamını paylaştığını, bu sebeple bir kedinin betimlemelerini hakkını vererek yaptığını söyleyebilirim. Bu yazıda yazarı ve kitabın edebi değerini tartışmaktan çok dikkatimi çeken noktalara odaklanarak karakterlerin psikanalitik yorumlarını yapmaya çalışacağım.


Dişi Kedi, ana kahramanların biri kedi olan Saha ve yeni evli çift olan Alain ve Camille arasındaki üçgende geçer. Bu noktada öncelikle Alain’den bahsetmekte fayda görüyorum ki Camille ve Saha’yı da Alain bağlamında okuyorum. Alain, annesi ve ona bakıcılık eden kadınların olduğu bir malikanede yaşamaktadır. Yaşam alanındaki tek erkektir ve bu mekanda bir baba yoktur. Bohem bir yaşam tarzı vardır çalışıp para kazanması gerekmez. Özellikle annesiyle çok iç içe geçmiş ve ayrışmamış bir ilişkidedir. Annesi hayatını ve düzenini Alain’in ihtiyaçlarını karşılamak ve ona bakım vermek üzerine kurmuştur. Alain o malikanede adeta bir kraldır. Zaten bunu kendisi de böyle ifade etmektedir. Kuşkusuz Alain bu durum karşısında kendi özneliğini kurmak için kendisinin annesinin bir parçası olduğunu bütünüyle reddetme yoluna gidecektir. Her özne ötekiyle kesişen bir yapıdadır ve insanın ilk ötekisi (Anne)dir. Fakat Alain ayrışmakta zorlandığından ötekiyle kesişmiş bir yapı geliştirmek yerine ötekinden gelen her şeyi bütünüyle reddeder. Onun bu ruhsal açmazından nasibini alan kişi de Camille olur. Camille ile evlenme fikri ortaya çıktığında kabullenmiş gibi görünse de iş ciddiye bindiğinde Camille ile aynı evde yaşamak istemez. Kitapda bu duygusunu şu sözlerle dile getirdiğini görüyoruz; “Onunla birlikte yolculuk yapmak istemiyorum, ben bunu göze alamıyorum. Eskiden yaptığımız gibi gezmeyi isterim ama hepsi bu. Zamana ihtiyacım var. Zor bir kişiliğim olduğunu kabul ediyorum. Ama onunla gitmek istemiyorum.” Bu duygu Alain’i zaman içerisinde öyle istila eder ki evlilik içerisinde, günleri birlikte devirdikçe Camille’den tiksinti duymaya başlar. Camille’nin esmerliği, küvetin kenarına yapışmış simsiyah ince saç teli onun midesini bulandırır ve bunu takip eden duygulanımında kendi sarı beyaz tenine, teninde parlayan yeşim rengi damarlarına hayranlık duyar. Rahatsızlığı, huzursuzluğu artınca bu duygusunu annesine açmaya karar verir. Camille ‘ye söylememesi şartıyla Annesine şunları söyler; ” Acaba bir yolu var mıdır?…Kimsenin kalbini kırmayacak bir yol elbette… Camille’nin burada yaşamasına engel olacak bir yol?” Annesi de genç evlilerin böyle hissedebileceğini , bir cevabı olmadığını söyleyip Alain’in “zayıf ve bilindik” noktalarına dokunarak onu teselli eder. Bu dokunuşlardan sonra Alain “Camille’den bir şey gizlemesini istemekle onu mutlu ettim.” diye düşünür. Annesinin bu erotizmin sınırlarındaki dokunuşlarıyla ve Camille ile arasındaki konuma oturan tavrıyla da anlıyoruz ki o da Alain’in bağımsız bir özne olmasına alan açan bir yapıda değildir. Alain anneden ayrışıp, istila edilme kaygısı duymadan başka bir kadına yöneltemediği arzularını imkansızlık içinde sürdürerek eğlenebilmek için kral olduğu konumdan efendisinin ölümünü bekleyen bir köle konumuna geçer. Anlatıda bu efendi bazen anne bazen Camille olarak karşımıza çıkıyor.

Efendisinin ölümünü bekleyen Alain’in yaşamın içinde kendine kurabildiği fantezilerin vücut bulmuş hali de dişi kedimiz Saha olarak ortaya çıkıyor. Saha ” mavi güvercin, iblis gibi güzel, zirvelerin kedisi” … Saha Alain için hayatındaki diğer kadınlardan daha önemli ve daha dikkate değer bir yerdedir. Alain Saha’nın dişiliğine dikkat kesilir ve adeta yalnızlığını onunla paylaşır. Camille, Saha’yı kendine rakip gördüğünü açıkça dile getirdiğine Alain öyle olmadığını söyler ve içinden geçirir ” Saha senin nasıl rakibin olabilir ki ancak iffetsizlik konusunda rakip olabilirsiniz”. Bir dişi olarak Saha, Alain’e hem sınırsız fedakarlığı, görgüsü ve soylu insanlarla benzer bir tavrı gösterirken hem de iffetsiz, tekinsiz geliyor. Endişe verici miyavlama ile huzurlu mırıldanma arasında değişken ve zarafetin eşsiz timsali Saha .. Burada Freud’un Cinsellik Üzerine Üç Deneme‘de bize sunduğu Madonna- Fahişe sendromunu anımsamamak elde değil. Bu sendromda erkekler dokunulmaz anne, “saygın bir eş”, fedakarlığın, zarafetin ve soyluluğun vücut bulduğu bir kadını arzulayamazken, iffetsiz tekinsiz, şehveti anımsatan kadınları da sevemezler. Cinsel ilişki yoğun bir suçluluk duygusu yarattığı için azize gibi gördüğü kadına bunu yakıştıramaz ve yine aynı sebepten arzuladığı bir kadına da sevgi ve şefkati yakıştıramazlar. Bu açıklamayı önümüze koyarsak Alain’in Camille ile sevgi ve şefkat temelinde bir tatmin bulamaması, cinsel deneyimlerinde onu şaşırtmayı başaran, tatmin eden bu kadın olmasına rağmen evlendiğinde de kaçacak delik aramasını anlayabiliriz. Bu açmazdan kurtulmaya çalışan Alain, belki de İmkansız bir kadını düşler ve bekler ve onun bu imkansız fantezisine bir kadın olarak değilse de bir dişi olarak Saha vücut verir, bilinir ve tahmin edilebilir bir forma sokar. Alain’in şu sözlerini buraya eklemek isterim. “senden sonra rastgele birinin olurum, bir ya da birçok kadının. Ama hiçbir zaman başka bir kediyi sevemem.” Saha bir kedi olduğundan, bir özne olmadığından, onun arzusuyla karşılaşmak da olanaklı değildir. Alain için arzusunu reddedeceği, geçersizleştireceği, kaçmak isteyeceği bir kadın değil, tamamen kendi fantezisini tatmin edeceği, imkansız ve ulaşılamaz bir dişidir. Gerçeklik ekseninde düşünecek olursak tüm bunlardan bihaber kedi, onu çok seven sahibine kedice karşılık verir sadece. Fakat olaya bu perspektiften bakamayan Camille çok kıskançlık yapar ve bunu Saha’ya ödetir.


Camille, güzel, atılgan, şehvetli, genç fakat aynı zamanda yalnız, sıkılgan, kıskanç bir kadındır. Yalnızlığını gizlemeye çalışarak neredeyse tüm vaktini Alain’den ilgi, sevgi, şefkat almak için didinerek geçirir. Aslında hayatın içinde kendi yolunu bulamadığının, sıkıldığının bir parça farkında olsa da bunları sorgulamaya bir türlü sıra gelmez. Hiç kız arkadaşı olmadığını Alain’e adeta itiraf ettiği bir noktada şöyle söylüyor ” genç kızlar dürüstçe bir arada kalamıyorlar. Aralarında dayanışma yok.” Camille’nin dünyasından, dünyayı algıladığı yerden kadınlar kendini sadece erkek özneye adamış ve bir savaş halinde erkeklerden ilgi ve sevgi almaya çalışıyorlar. ilgi alamayan kadınları yargılayıp, eksik görüyolar.Camille bunu bilerek ve kabul ederek yaşarken Alain’in bu kadınlık halini farkettiği çarpıcı bir an var kitapta. Alain’in annesine Camille ile kalmak istemediğini söylediği gün(yukarıda değinmiştim.) annesiyle konuşmadan önce malikanesine geldiğinde ona yıllarca hizmet eden kadınların konuşmalarına kulak misafiri oluyor. Kadınlar tadilat bitince Camille’nin malikaneye gelecek olmasından oldukça rahatsız olduklarını konuşuyorlar. En büyük sebepleri de Camille’nin cinselliğine şahit olmak istememeleri. Duyacakları seslerin, görecekleri manzaraların onları ne kadar da rahatsız edeceğini, zaten onun parfüm kokusuna dayanamadıklarını, giydiklerinin gülünç olduğunu konuşuyorlar kendi aralarında. Colette bu noktada şunları yazıyor “Alain Camille’yi yargılama şekliyle bu kadınların katı yargıları arasında bir fark göremiyordu. Kendine suç ortakları, yandaşlar bulduğu için kalbi küt küt atıyordu. Kendini sadece erkek özneye adamış bu ortak kadın düşmanlığı, çok tanrılı dinlere özgü bu övgü onu şaşkınlığa uğratmışa benziyordu.” Bana öyle geliyor ki, Alain bu noktada kendi krallığının bu düşmanlık üstüne kurulduğunu, bedelini onlarla bütünleşerek ödediğini ve buna hiç itiraz edemediğini fark ediyor. . Camille de bu ortak kadın düşmanlığının mağduru olduğunu fark etse de Saha’ya düşmanlık etmekten kendini alıkoyamıyor ve Saha’yı camdan aşağı atıyor.


Neyse ki Alain bulup Sahayı kurtarıyor fakat bunu Camille’nin yaptığını anlayınca vakit kaybetmeden onu terk ediyor ve krallığına geri dönüyor. Alain eve döndüğünde annesinin ve diğer kadınların bundan oldukça memnun olduğunu söylemek fazla olmayacaktır. Onu büyük bir coşkuyla karşılayıp hemen sarıp sarmalayan bu kadınların arasında, krallığı etrafında adeta ışıldıyor. “Annem yirmi yıla kalmaz böyle evler yok olmaya başlar diyor. Olabilir. Tüm bunları kaybedebilirim. Yalnızca bazılarının içeri girmesini istemiyorum ben” bu sözleriyle aslında Alain tek derdinin talepleriyle gelen yeni birinin, bir ötekinin varlığı olduğunu anlayabiliyoruz.


Annesinden ve bakım verenlerinden ayrışamamış, babanın varlığına hiç rastlamadığımız bir evde büyüyen bir erkek, kıskanç ve yalnız bir kadın ve bir kedi etrafında en fazla ne olabilir ki diye düşündüren bu metin Camille’nin kediyi camdan aşağı atmasıyla bir dehşet veriyor. Adeta Alain’in onun taleplerini duyamaması, reddetmesi karşısında Camille, onu kışkırtmak için böyle bir eyleme gidiyor. Saha’yı bir kedi olduğundan tüm bunlardan azade masum bir konuma oturtabiliyoruz. Fakat o halde tüm suç Camille’nin olabilir mi? Bir kediyi öldürmek isteyecek kadar kıskanç, gaddar ve merhametsiz olduğu için. Peki Alain’in, onun annesinin bunda hiç mi payı yok ? tüm bunları düşünmeye değer… Erkek öznenin annesinden ayrışamaması, ötekiyle kesişen bir yapıda olamaması, ötekinin arzusu karşısında tedirgin olması her yerde bir dişi kediyle yatışmıyor tabi ki fakat bu bazıları için; bir hobi, para ve güç istenci, belki bir araba, koleksiyon veya sonsuz kadın(tek bir kadınla kalamamak) olabilir. Bunların hepsi son kertede özne olmak çabasıdır fakat krallığından vazgeçemeyenler için özne(imiş) gibi yapmaktır. Peki Camille, Alain’in çok düşkün olduğu bir arabayı parçalasa, bir koleksiyonunu yaksa ya da gerçek bir kadını ortadan kaldırsa onu daha farklı okuyabilir miydik? Bana öyle geliyor ki Camille bu hikayenin kahramanı ve ilhamı olurdu. Bu anlamda da Colette’nin nesne olarak bir kediyi seçmesi yazarın dehasındandır diye düşünmeden edemeyeceğim. Saha’nın bu hikayedeki tek ilham kaynağı olduğunu da … Hangi kadın istemez ki onun gibi iblis gibi güzel, mavi güvercin, parlak ay ve şehvetin yegane simgesi olmayı başaran bir dişi olmayı.

Not: Bu metin Lacanian psikanaliz perspektifinden yapılan yorumları içermektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir