Bilindiği üzere Atiye, 2019 yılında hayatımıza giren yetişkinler için fantastik kurgu türünde sayılı dizilerimizden biridir. Dizi 1. sezondan beri pek çok övgü hem de pek çok eleştiri almıştır. Fakat bu yazının amacı diziyi teknik, oyunculuk, kurgu bağlamında ele almaktan ziyade 3. sezonda Atiye ve Erhan karakterinin kızları olarak karşımıza çıkan Aden karakterinin karakteristik özelliklerine dikkat çekerek, otizmin insan zihninin evrimi olabileceğine dair bir sezginin hafif mistik kokusunu aldığımı ortaya koymaktır.
Atiye karakteri başta “sıradan bir insan” hayatı yaşayan, çizdiği resimleri sergileyen bir ressamdır. Fakat çocukluğundan beri bir şekilde aynı sembolü çizen gizemli biridir. Çizdiği sembolün Göbekli Tepe’deki arkeolojik kazılarda ortaya çıkmasıyla hayatındaki gizem çözülmeye başlar ve Atiye bu noktadan sonra fantastik güçlere sahip, mistik bir karaktere dönüşür. Erhan karakteri ise, Göbekli Tepe’nin sırlarını çözmeye çalışan bir arkeolog.
Bu noktadan sonra şu çok net görünüyor ki, Erhan bilimin bilgisiyle , Atiye ise metafizik ve sezgisel bilginin rehberliğinde yolculuk etmektedir. Başka bir deyişle bu iki karakter hayatın ve akıl yürütme süreçlerin bu iki yönünü temsil eder. Bu iki yön bir araya gelir ve dizide “Kapıyı bulmak Erhanın, açmak Atiye’nin görevi vurgusu” ise mistik unsurlara hayatta yer açmanın ve bu unsurların bir açıklaması olmasının koşulu olarak bilime ihtiyaç olduğu yönünde okunabilir. Sıkça da Atiyenin sezgisel bir yerden ele aldığı meseleleri, Erhan bilimsel bir cevap üreterek yeniden açıklar.
III. sezonda ise daha önceki bölümlerde bu iki yönün çatışma halinde olmasına karşılık, bu iki karakterin birbirlerinin bilgisine daha içkin olabildikleri de dikkatimi çeken bir diğer nokta oldu. Yani Erhan artık Atiye’nin mistik yönüyle, Atiye ise Erhan’ın bilimsel çabasıyla daha bir bütünleşmişti. Bu içkinlik Aden karakterini anlamanın bir yolu gibi geldi ve kişisel sezgim tamda burada oluştu.
Aden Karakteri sezon boyunca neredeyse hiç konuşmaması ve Atiye ile ilk iletişimi Otizmli olduğunu düşündüğüm bir çocuk ile kurmasıyla aklıma daha önce Evrim Ağacı’nda okuduğum “Otizm İnsan Zinhinin Evrimi Olabilir Mi?” yazısını getirdi. Bu yazı otizmin tanımlamasını yapmanın çok zor olduğunu, belirli özelliklere göre bir yelpazede görülebileceğini yazıyordu. Ayrıca, ” Edinburgh ve Queensland Üniversiteleri tarafından yapılan bir araştırmada, otizm ile ilişkilendirilen genleri taşıyan bireylerin bilişsel beceri testlerinde daha başarılı olduğu gösterildiğini ve otizmli insanların daha fazla sözsüz zeka kapasitesine sahip olabileceği de yazıyordu. Yani otizmde, Aden karakterinde de olduğu gibi pek bir söz duymuyoruz.
Lacanyen anlamda ise otizmli birey ötekiyle, nesneyle ilişkiye girmediği için sözün alanına girmez. Yani onun konuşmaması hala dille ilgilidir. Dilin alanındadır ama ötekiyle teması yoktur. Başka bir deyişle, talebi, bir sözü yoktur. Ötekinin gözünde kendini pek aramaz, bir ötekinin eksiğine oturma fantezileri de kurmaz. Aden karakteri de aynı şekilde dilin alanında fakat “anne” den başka sözü yoktur. Bununla birlikte bizim dilimizin yetmediği, duyumsayamadığımız, zihinsel gücümüzün yetmediği pek çok şeye sahip, pek çok şeyi başarabilen, soyunun mistik güçlerini bile aşan, fantastik bir karakter . Ya da Erhanca söylecek olursak, insan zihnini evrimleşmiş, ileri bir formu. Hem mistik, sezgisel, metafizik hem de bilimsel bilginin ortak çocuğu. Bu anlamda otizm spekturumunda mistik güçler vardır demek istemiyorum elbette. Vurgulamak istediğim Aden gibi fantastik ve güçlü bir karakteri yaratırken otizm spekturum özelliklerinden ilham alınmış olabileceğidir.
Bu yazıyı toparlamak benim açımdan oldukça zor. Belki yazmak bile riskli. Çünkü ben otizmli bireylerle çalışma tecrübesine sahip bir psikolog değilim. Bu yazı sadece bir karakter okuması niteliğinde, otizm hakkında bir açıklama getirmek amacı taşımıyor. Ayrıca evrim ağacı yazısında da sıkça uyarılarına yer verilen, otizmin hoş bir şey gibi düşünülmesi riski de var. Otizm bir sorun olmaktan çıkartmak ya da otizmli bireyleri “anormal” olarak görmek zorunda değiliz. Otizmi hem ona sahip bireyler hem de diğerleri için bir zenginlik, bir çeşitlilik olarak görmeyi deneyebiliriz.
Otizmli bireylerin farklılıklarının kabul edilmesi ve yeteneklerinin ve zekalarının tanınması yönünde bir talepleri olduğudu da söylenir. Zira bunun üstesinden gelen insanların ve ailelerin neler başarabildiği de ortadadır. Stanley Kubrick, Lewis Carol, James Joyce ve zamanın popüler çocuklarından Greta Thunberg otizmli bireylere birer örnektir. Desteklenmeleri ve ürettiklerinin kabul görmesiyle birlikte takdir toplayan işler ve sanat eserleri ortaya çıkartmışlardır. Bu sanatçıların yapıtlarında da fizik ötesi unsurlara çok rastlarız. Özellikle Carol’un Alice Harikalar Diyarında hikayesi, Kubrick’in Bir Uzay Destanı filmi, Joyce’un Finnegans Wake(Fineganın Vahı) romanı insan zihnini, algısını, bilincini aşan bir yerden okunmalı. En azından denenmeli ki bu eserlere ve benzerlerine “saçmalık” demeden anlamaya çalışacağımız günlerde Otizmle birlikte yaşamanın yollarını da bulacağız.
Gözde Gürsoy.